Astrobiyoloji, bir diğer adıyla
egzobiyoloji, evrende yaşamın ortaya çıkışını,
evrenin biyolojik kökenini ve bu olaya etkiyen süreçleri inceleyen disiplinlerarası
bir bilim dalıdır.
Disiplinlerarası denmesinin nedeni birçok bilim dalıyla etkileşim içinde
olması. Hücre biyolojisi, biyokimya, jeoloji, paleontoloji, jeokimya, organik
ve inorganik kimya, klimatoloji ve planetoloji astrobiyolojinin araştırma konuları olan evrensel süreçleri incelerken astrobiyologlara
yardımcı olur. Basitçe şöyle söyleyebiliriz:
Diyelim ki siz bir astrobiyologsunuz,
keşfedilen bir gezegenin yaşanılabilir olup olmadığını öğrenmek üzere
astronomlarla çalışıyorsunuz. Gezegende su olup olmadığını öğrenmek için jeologlarla,
bulunan maddeleri tanımlayabilmek için kimyacılarla, canlılık belirtilerini
incelemek için biyologlarla iş birliği yapabilirsiniz. Astrobiyoloji nispeten
kısa zaman önce ortaya çıkmış ve hâlen gelişmekte olan bir alandır. Evrenin
başka yerlerinde yaşamın olup olmadığı meselesi, doğrulanabilir bir varsayım
içerdiğinden, bilimsel sorgulamanın geçerli olduğu bir konudur.
Astrobiyolojinin ilgilendiği şu sorular üzerine kurulmuştur:
- Canlı sistemleri nasıl ortaya çıkmıştır?
- Yaşanabilir çevre nasıl oluşmuş ve nasıl evrimleşmiştir?
- Dünya dışındaki ortamlarda yaşam var olabilir mi?
- Gezegenimiz dışında bir karasal yaşam nasıl var olur ve adaptasyon ne şekilde gerçekleşir?
Dünya'dan teleskoplarla yapılan
gözlemlerde ve gönderilen uzay araçlarından elde edilen verilere göre Güneş
sistemindeki diğer gezegenlerde yaşam belirtisine henüz rastlanmamıştır.
Bununla birlikte Güneş ötesi gezegenlerdeki olası yaşam belirtilerini
keşfetmeye yönelik çalışmalar devam etmektedir. Bilim insanları bu konuya
ilişkin kuramsal çalışmalar da yapmakta ve Samanyolu’nun hangi bölgelerinde
yaşam olasılığının daha yüksek olacağını, Güneş ötesi yaşamın izlerini
nerelerde ve ne tür yıldızların etraflarında aramak gerektiği konusunda
varsayımlarda bulunmaya çalışmaktadır.
Astrobiyoloji daha
çok bilimsel verilerin yorumlanmasına, yani evrenin diğer ortamları hakkında
diğer bilimlerce ortaya koyulmuş ayrıntılı ve güvenilir verilerin
yorumlanmasına yoğunlaşır ve öncelikle, mevcut bilimsel kuramlarla çelişmeyen varsayımlarla ilgilenir.
NASA'nın Gezegen Avcısı olarak tanımladığı Kepler Uzay Teleskobu, başka güneş sistemlerinde yaşam aramaya devam etmektedir |
Dünya Dışı Akıllı Yaşam Araştırması (SETI)
Amerikan Ulusal Havacılık ve Uzay Dairesi (NASA) tarafından Dünyadışı yaşamı incelemek üzere birçok proje uygulanmış. Örneğin 1975’te fırlatılan Viking 1 ve Viking 2 uzay araçları 1976’da Mars’a başarıyla inerek Mars’ın ilk renkli fotoğraflarını Dünya’ya gönderdi. Mars’ın yüzey haritasının çıkarılması amacıyla çekilen bu fotoğraflara günümüzde hâlâ kaynak olarak başvuruluyor. 1988 yılında Sovyetler Birliği tarafından uzaya fırlatılan Phobos 1 ve Phobos 2 uzay araçları da Dünya’ya fotoğraflar gönderdi. NASA Dünya dışı yaşam araştırmalarını geliştirmek istedi ve 1998 yılında NASA Astrobiyoloji Enstitüsü’nü kurdu. Bir yıl sonra da Mars Global Surveyor adlı uzay aracı fırlatıldı. Bu proje çok başarılı oldu ve uzay aracı 2001’de harita çıkarma görevini başarıyla tamamladı. Uzay aracıyla olan iletişim 2006 yılının Kasım ayında kesildi. Fakat 1960’lı yıllarda ABD tarafından başlatılan ve 1971’de NASA tarafından geliştirilen SETI projesi bu alandaki projelerin en önemlisi. Bu projenin amacı, Dünya dışı bir uygarlıktan veya bilinmeyen başka gezegenlerden mesaj gelip gelmediğinin saptanması. 2011’e kadar devam eden bu proje fon yetersizliği nedeniyle durdurulmuş. Tom Pierson yönetimindeki SETI Enstitüsü 2013 yılına kadar toplanan maddi desteklerle projeye kaldıkları yerden devam ediyor.
Dünya-dışı
zeki yaşam"ın bulunduğu gezegenlerin tahmini sayısı “Drake denklemi”
yoluyla hesaplanır. Bu hesaplamada güneşlerine uygun uzaklıkta olan
gezegenlerin sayısı, bunlar içinden koşulları yaşamın oluşmasına elverişli
gezegenlerin sayısı vb. gibi parametreler kullanılır.
SETI tarafından kullanılan radyo teleskoplardan birkaçı |
Hesap sonucunda evrenin gözlemleyebildiğimiz kısmında (100 milyar galakside) yaşamın oluşmasına elverişli bir gezegene sahip yıldızların sayısı 7×1022 olarak çıkmaktadır. Bu hesaplamayla yalnızca 300 milyar yıldız içeren Samanyolu galaksimizde olması mümkün. Dünya-dışı uygarlıkların sayısı yirmi ile birkaç milyon arasındadır. Bu denklemle, iletişim kurulabilecek Dünya-dışı uygarlıkların sayısı da hesaplanabilmektedir. Denklem şudur:
N = R* x fp x ne x fl x fi x fc x L
Denklemdeki matematiksel sembollerin anlamları şöyledir:
N : İletişim kurmayı umabileceğimiz uygarlıkların sayısı
R* : Galaksimizdeki yıllık yıldız oluşma miktarı
fp : Bu yıldızlardan kaç tanesinin gezegene sahip olduğu
ne : Gezegene sahip yıldız başına düşen toplam yaşama elverişli gezegenlerin ortalama sayısı
fl : Bu gezegenlerin arasında herhangi bir şekilde yaşama uygun bir ortamın oluştuğu gezegen sayısı
fi : Bu yaşama elverişli gezegenlerden kaçında akıllı hayata geçildiği
fc : Bu tür uygarlıklardan uzayda varlıklarına dair tespit edilebilir sinyal bırakabilecek kesim
L : Bu tür bir uygarlık tarafından uzayda yayınlanan tespit edilebilir sinyalin süresi
Denklemdeki mantık doğru olmakla birlikte, birçok
bakımdan hata payı olduğu bilinmektedir ve bu, gözden uzak tutulmamalıdır.
Dünya dışı yaşamın varlığıyla ilgili bu tür hesaplamaların sonuçlarına karşı
çıkan bir varsayım “Fermi paradoksu” adıyla bilinir. Fermi paradoksuna göre eğer evrende
zeki yaşam yaygınsa, onun kendini belli eden işaretlerinin olması
gerekir. SETI gibi projelerin de amacı budur, yani Dünya-dışı
zeki uygarlıkların yayınlamış olabileceği radyo yayınlarını yakalamaya
çalışmaktır.
Astrobiyolojide bir başka etkin araştırma alanı
gezegensel sistemlerin oluşumudur. Kimileri Güneş Sistemi’mizin oluşum
özelliklerinin gezegenimizdeki zeki yaşamın oluşumunu takviye ettiğini ileri
sürmektedir. Ancak bugüne kadar hiçbir kesin sonuca ulaşılamamıştır.
Denklemin kurucusu Frank Drake, bulduğu denkleme göre yaptığı hesaplamalarda sadece bizim gökadamızda bile 10.000'den fazla Dünya dışı yaşam bulunduğunu söylemektedir |
Yaşamın oluşabilmesi için koşullar
Bugünkü
çoğunluk kabulüne göre, bir gezegen üzerinde yaşamın ortaya çıkabilmesi için
zorunlu koşullar olarak, genellikle sıvı suyun, azotun, karbonun ve muhtemelen silisyumun varlığı gerekmektedir. Ayrıca
gezegenin yörüngesinin, ait olduğu güneş sistemindeki yerinin bu yazımızda da bahsettiğimiz, Goldilocks bölgesi de denen “yaşanabilir
kuşak”ta (kabaca
sistemin merkezindeki yıldızdan Güneş’in Dünya’ya uzaklığı kadar bir uzaklıkta
olan kuşak) sabit olması gerekmektedir. Bugünkü genel kabule göre, Dünya’dakine
benzer bir atmosferden ve sudan yoksun bir gezegende yaşamın var olabilmesi son
derece spekülatif bir fikirdir. Sonuç olarak, evrende yaşamı araştırma
programları gezegenimizdeki bu yaşam standartlarından yola çıkan güncel
bilimsel bilgilerden hareketle yapılmaktadır.
Güneş sisteminde yaşam
Güneş sistemimizin kızıl gezegeni
Mars, Satürn'ün en büyük uydusu olan Titan ve Jüpiter'in 67 uydusundan sadece
biri olan Europa'da yaşam olabileceği ihtimali son zamanlarda çok popüler ama
henüz bilmiyoruz. Araştırmaya devam!
Kaynak:
Uzay Sitesi
İndigo Dergisi
Vikipedi
Kaynak:
Uzay Sitesi
İndigo Dergisi
Vikipedi